Genel

İdealizasyon Nedir ? Fazla İdealizasyon Fazla Değersizleştirmeyi Doğurur. 1

idealizasyon nedir ?

İdealizasyon Nedir? Fazla İdealizasyon Fazla Değersizleştirmeyi Doğurur

İdealizasyon nedir ? : Bir kişinin, nesnenin veya durumun gerçekte olduğundan çok daha olumlu, üstün veya kusursuz olarak algılandığı zihinsel bir süreç ve savunma mekanizmasıdır. Birey, olumsuz özellikleri veya kusurları bilinçli ya da bilinçdışı olarak görmezden gelerek, karşısındakini (genellikle partner, ebeveyn, otorite figürü veya bir fikir bir ürün) abartılı bir mükemmellikte görür. Bu mekanizma, genellikle kaygıdan, hayal kırıklığından veya çatışmalı duygulardan korunma amacı taşır. Kişi İdealize ederek mükemmel ve kusursuz olana sahip olduğu algısını yaratır.

İlişkilerde İdealizasyon Nedir ? 

Bir ilişkinin başında göklere çıkarıldığınız, ardından aynı kişi tarafından değersiz hissettirildiğiniz oldu mu? “Mükemmel bir öğretmensiniz, harika bir doktorsunuz” sözlerinin kısa bir süre sonra “yetersizsiniz” mesajına dönüştüğüne şahit oldunuz mu? Eğer öyleyse, bu yazıda bu döngünün arkasındaki psikolojik süreç olan idealizasyon ve değersizleştirme savunma mekanizmasına dair bilgi bulabilirsiniz.

Hepimiz zaman zaman idealize ederiz. Hayran olduğumuz birini olduğundan daha güçlü, hatasız ya da kusursuz görme eğilimindeyizdir. Bu belli bir noktaya kadar insani bir ihtiyaçtır. Ancak ölçüsüz olduğunda patolojik bir hal alır.

Neden İdealize Etme İhtiyacı Duyarız?

İdealizasyon ihtiyacının kökeni, insanın en erken dönemlerine dayanır. Bebek dünyaya geldiğinde oldukça çaresiz ve muhtaçtır bu yüzden kendisini hayatın tehlikelerinden koruyacak “tümgüçlü” bir figürün varlığına inanmak zorundadır. Ona bakımveren kişi ne kadar kusurlu olursa olsun o henüz bunu fark edemez. Etse de kaldıramaz. Bu inanç, çocuğun kaygıyla baş etmesini sağlar.

Zaman içinde bebek büyüdükçe idealize etme bu ihtiyacının azalması beklenir, birey daha gerçekçi bir bakış açısı geliştirir. Ancak bazı kişilerde bu gelişim tamamlanmaz ve yetişkinlikte de “tümgüçlü ötekilere” duyulan ihtiyaç sürer.

Bu İhtiyacın Yetişkinlikte Devam Etmesinin Nedeni
Eğer bebeklikte bakım veren çocuğun ihtiyaçlarına yeterince yanıt vermezse, onunla tümgüçlü olduğunu hissettirecek kadar uyumlanmamışsa çocuk kendini güvende hissedemez. Nitekim idealize etmeye ihtiyaç kalamasının yolu bakımverenin de (anne, baba) eksik olabileceğini ilişki içerisinde deneyimleyemesi gerekir. Bunu da anne çocuğu için kendisi yapar, zamanla çocuğuna bebek gibi davranmayarak, onu kaldırabileceği kadar hayal kırıklığına uğratarak “ben mükemmel değilim” der. Annenin mükemmel olmayışıyla birlikte yine de o ilişki hayatta kaldığın, bebek bu hayal kırıklığına onun desteğiyle dayanabildiğinde anne iyi veya kötü olmaktan çıkıp hem iyi hem kötü olabilir.

Duyguları düzenlenmemiş, korkuları yatıştırılmamış bir bebek ilerleyen yıllarda bu eksikliği ilişkilerine taşır. Yetişkinlikte ise, karşısındaki kişiyi mükemmel, kusursuz ve sınırsız güç sahibi gibi görerek güven arar.

Utanç ve Kusurların Reddi
Öte yandan aşırı idealizasyon, çoğunlukla utanç duygusunu bastırma çabasından doğar. Kişi, kendi kusurlarına tahammül edemediği için başkasına mükemmellik yükler. Böylece, idealize ettiği kişiyle veya nesneyle bütünleştiğinde kendi yetersizliklerini görmezden gelmiş olur.

Tümgüçlü Bakıcıya Özlem
İdealizasyon, aslında çocuklukta deneyimlenen “mükemmel ebeveyn” arzusunun yetişkinlikte farklı biçimlerde sürmesidir. Bu nedenle bazı insanlar destekledikleri siyasi partiye, bağlı oldukları topluluğa ya da sevdikleri sanatçıya kusursuzluk atfeder. Hata payı bırakmazlar. Çünkü bilinçdışında hâlâ “yanılmaz, güçlü, koruyucu bir öteki”ne özlem duymaktadırlar. Hayal kırıklığına tolerans yoktur.

Değersizleştirme: Döngünün Kaçınılmaz Sonucu
İdealizasyonun aşırılığı, beraberinde sert bir düşüşü de mutlaka getirir. Birini ne kadar çok yüceltirsek, hayal kırıklığı yaşadığımızda da o kadar güçlü bir değersizleştirme gelir. İlişkinin başında “beni göklere çıkarıyordu” diyen birinin, bir süre sonra aynı kişi tarafından derin bir hayal kırıklığına uğratılması bu döngünün tipik bir örneğidir.

Bazı kişiler yaşamlarını sürekli bu döngüyle geçirir: Önce idealize eder, sonra hayal kırıklığıyla değersizleştirir ve ardından yeni bir “mükemmel nesne” arayışına girer. Ancak dünyada mükemmel bir insan, nesne, olmadığı için de bu arayış hiç bitmez. Bu tekrar eden süreç ilişkilerde derin yıpranmalara yol açar. Kişi mükemmeli aramak yerine eksiklikle kalmayı, insanları bir bütün olarak görmeyi deneyimlemesi gerekir.

İdealizasyonun Psikoterapisi
Bu döngü, terapötik alanda danışanın iç dünyasını görünür kılar. Çocuklukta tamamlanmamış güven ihtiyacı, terapist ile kurulan ilişkide yeniden canlandırılır. Terapist bu süreci sabırla taşıyarak danışanın farkındalığını artırır. Önemli olan, idealizasyonu kırmak ya da değersizleştirmeyi engellemek değil; danışanın bu iki uç arasında gidip gelme ihtiyacını anlamlandırmasına yardımcı olmaktır.

Benlik Güçlenmesi ve Gerçeklikle Bağlantı
Terapi süreci ile birlikte kendi kırılgan benliği ve ego kapasitesi güçlendikçe kişi gücü dışarıya atfetmek zorunda kalmaz. Bu süreç de kişinin terapisitinin güçlü benliği ile özdeşim kurması ile birlikte desteklenir. Zamanla danışan, ötekilerin ne tümgüçlü ne de bütünüyle değersiz olmadığını deneyimleyerek içselleştirir. Kişi artık kusursuz bir figüre tutunmaya ihtiyaç duymadan da güvenlik hissi yaşayabilir. Böylece kendi kusurlarıyla yüzleşme, utançla baş etme ve ilişkilerde daha gerçekçi beklentiler geliştirme kapasitesi artar.

Uzun Süreli ve Derinlemesine Bir Çalışma
İdealizasyonun psikanalitik terapide çalışılması kısa süreli müdahalelerle çözülebilecek bir süreç değildir. Savunma mekanizmaları benliğin kırılgan yanlarını korumak için oluşmuştur; bu nedenle ancak uzun soluklu bir süreçte, aktarımın ele alınmasıyla esnemeye başlar. Terapi ilerledikçe kişi daha sağlam, esnek ve gerçekçi bir benlik yapısı geliştirebilir.

Klinik Psikolog Efşan Yalçın

 

Kaynak: Psikanalitik Tanı – Nancy McWilliams

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir