Adam Philips’e göre aşık olmak, varlığından haberdar olmadığımız bir hüsranın hatırlatılmasıdır. Birini istemiş, bir şeyden mahrum kalmışızdır ve birden o şey karşımızdadır.
İlginç bir şekilde sanki beklediğimiz birisi vardır fakat o kişi gelene kadar da o kişiyi beklediğimizden haberimiz yoktur. Dolayısıyla aşık olacağımız kişi çok önceden tanınan, daha tanışmadan hayal edilen kişidir. O kişiyi gördüğümüz anda diğerlerinden net bir biçimde ayırt edip aşık olmamızın nedeni onu zaten tanıyor olmamızdır.
Aşık olduğumuz kişiler; tanıdığımız yabancı kişilerdir.
Neyin bekleyişindeyiz ? Narsisizm ve Aşk.
Bunca zaman arayışında olduğumuz çoğunlukla eksikliklerimizle ilgilidir. Bunu anlamak için öncelikle narsisizmin de anlaşılması gerekir.
Narsisistik çekirdek tüm insan yavrularında bulunur çünkü Freud’a göre narsisizm insan gelişiminin bir parçasıdır. Bu gelişim döneminde bebek kendi varlığını ancak ötekinin gözünden anlayabilir. Öteki bebeğin varlığını onu severek, ona gülerek, ona tepki vererek aynalanması gerekir.
Bebek kendisini ötekin üzerinden tanır. Bebek anne üzerinden kendisini görmez, kendisini annesinin gösterdiği biçimde tanır.
Lacan’a göre narsisizm ötekinden yansıyan bir imge üzerinden öteki aracılığı ile kendini sevmektir. Narsisizm ancak bir öteki devreye girdiğinde ortaya çıkabilir. Aslında aşık olarak birçoğumuz narsisistik ihtiyaçlarımızın doyumunu sağlamaya çalışırız.
Her insanın benliğinin çekirdeği narsisistiktir ve narsisizm ise eksiği kapatmakla ilgilidir. Bu eksiği kapatmak için ise her birimizin kendimizi ötekinin gözünden görmeye ihtiyacı vardır, gözde olmak, önemli olmak, değerli olmak isteriz. Fakat bunun derecesi ve bunun uğruna neler feda edebileceğimiz ise zamanındaki aynalanmalarımızla ilgilidir. Kimimiz saldırganlaşarak, kimimiz fedakarlık yaparak, kimimiz mağdur veya fail olarak… öteki gözünde var olmaya çalışırız.
Narsisizm bu tanınma ve onaylanma arzusunun bir bedeli olarak çektiğimizi ızdıraptır. -Agah Aydın
İnsanın aşktaki arayışına dair Jacques-Alain Miller bir röportajında açıklayıcı iki farklı örnek vermiştir.
‘Lacan tarafından yorumlanan klasik örnek Goethe’nin romanında yer almaktadır, Charlotte’u etrafındaki çocukları beslerken ilk kez gördüğü anda, Genç Werther’in içinde ona karşı birdenbire yeşeren tutkudan söz ediyoruz. Burada aşka yol açan şey bir kadının annelik vasfıdır.’
‘Benim kendi deneyimimden verebileceğim bir başka örnek şöyledir: ellili yaşlarını sürmekte olan bir patron sekreterlik pozisyonu için başvuran kişilerle görüşüyordu, yirmili yaşlarda bir kadın içeri girdi ve adam kadına duraklamaksızın ilan-ı aşk etti. Adam onu ele geçiren şeyin ne olduğunu merak ederek psikanaliz sürecine başvurdu. Bu süreçte davranışını tetikleyen şeyin üzerindeki örtüyü kaldırdı: onda yirmi yaşındayken gittiği ilk iş görüşmesindeki kendi hallerini hatırlatan izlere rastlamıştı. Bir bakıma kendi kendine aşık olmuştu.
Bu iki örnekte aşkın Freud tarafından ayırt edilen iki yönünü görüyoruz: ya anne örneğinde olduğu gibi sizi koruyan kişiye aşık olursunuz ya da kendi narsistik imgenize…
Ötekine aşık olma ve onu arzulama nedenlerimiz bize dair çok şey anlatır; eksikliklerimizi, neyi tamamlamak istediklerimize, neyin arayışında olduğumuzu..
”Birisine gerçekten aşık olmak, ona aşık olarak kendiniz hakkında bir hakikate ulaşacağınıza inanmaktır. “Ben Kimim” sorumuzun yanıtının saklı olduğu ya da bu sorumuza bir yanıt verebilecek kişiye aşık oluruz.” J-A. Miller
Birisine aşık olmak ve ona arzu duyabilmek için onun bizden ayrı ve özerk bir birey olduğunu kabul etmemiz gereklidir.
Bende olmayanın onda olduğunu düşünmemiz o kişiye karşı arzumuzu doğuracaktır. Dolayısı ile arzulamamız için de ötekinin tekliğini ve tamlığını, bizde olmayan bir şeyin onda olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Sevgi ise ötekindeki eksikliği de kabul etmek ve eksikliklerine saygı duymaktan doğar. Çünkü saygı duymadığımız birisini sevemez onu ciddiyetle dinleyemeyiz. Aynı zamanda birey olarak görmediğimiz kişi zamanla bir eşyamız halini alır. Nasıl ki bir eşyaya sahip olmadan önce yoğun bir arzu duyarken sahip olduktan sonra arzunun ve sevginin ortadan kalkması gibi; ötekine de sahip olunacak bir eşya olarak baktığımızda ona arzu ve sevgi duyamayız. Onun benim istediğim gibi davranması beklentisine girerek ‘benim eşim/sevgilim/çocuğum şöyle davranmalıdır’ dediğimiz yerde ne aşk ne de sevgi var olacaktır.
Sonuç olarak aşk bize tuttuğu ayna ile bir taraftan oldukça doyuran diğer taraftan ise yüzleştirdiği eksikliklerimiz ile de zorlayıcı ve olgunlaştırıcı bir deneyimdir.
Peki sizin aşkınızın size anlattıkları neler ?
Seni gördüğüm vakit evvelce kaybettiğim bir şeyi bulmuş gibi oldum. -Peyami Safa
Kaynak
Agah Aydın; https://youtu.be/RQVg3jp6taA
Jacques-Alain Miller’- Psikanaliz bize aşkı öğret