Genel

Psikanalitik Açıdan Narsisizm: Maskenin Ardındaki Boşluk ve Arayış

psikanalitik açıdan narsisizm nedir ?

Tüm Yönleri İle Narsisizm, Psikanalitik Açıdan Narsisizm ve Narsisistik Kişilikler

Psikanalitik açıdan narsisizm kendini fazla sevmekle ilgili değil, tam aksine, sağlıklı bir “kendini sevme” kapasitesinin gelişememiş olmasıdır. Narsisistik birey, içsel bir değerlilik duygusundan yoksundur ve kim olduğunu, değerli olup olmadığını anlayabilmek için sürekli olarak dış dünyadan gelen onay, hayranlık ve “narsisistik tedarik” olarak bilinen geri bildirimlere bağımlıdır.

Psikanalitik Açıdan Narsisizm Nedir? Sorusuna ilk olarak Klasik Psikanalizden yani Sigmund Freud’dan cevap alalım. Ardından daha güncel açıklamalar da bulunan Nancy Mc. Williams ışığında devam edeceğiz.

Klasik Psikanalitik Perspektif: Freud ve Libido Ekonomisi

Sigmund Freud, narsisizmi ilk kez 1914 tarihli çığır açan makalesi “Narsisizm Üzerine: Bir Giriş” ile psikanalitik kuramın merkezine yerleştirmiştir. Klasik psikanalize göre narsisizm, birincil olarak bir libido (psişik enerji) ekonomisi sorunudur. Freud, “birincil narsisizm” olarak adlandırdığı, bebeğin gelişiminin en erken evresindeki durumu tanımlamıştır. Bu, bebeğin libidosunun tamamen kendi benliğine (ego) yatırıldığı, dış dünyadaki “nesneler”den (öncelikle anne) henüz tam olarak ayrışmadığı, bir tür tümgüçlü (omnipotent) ve kendine yeterli olduğu bir varsayımsal durumdur. Bu, gelişimin patolojik olmayan, doğal bir başlangıç noktasıdır, bu anlamda dünyaya geldiğimiz ilk aylarda hepimiz narsisistizdir aslında. Ancak sağlıklı bir gelişimde libido, zamanla benlikten geri çekilir ve diğer insanlara, dış dünyaya yönelebilir.

Freud’a (1914) göre patoloji yani narsisizmin problemi, “ikincil narsisizm” (secondary narcissism) olarak tanımlanan durumda ortaya çıkar. İkincil narsisizm, bireyin nesnelere (diğer insanlara) yatırmış olduğu libidonun, dış dünyada yaşanan hayal kırıklıkları, reddedilmeler veya narsisistik yaralanmalar sonucu bu nesnelerden geri çekilip tekrar benliğe (ego) yönlendirilmesidir. Başka bir deyişle, birey dış dünyayı sevmekten vazgeçip, kendi benliğini birincil aşk nesnesi haline getirir. Bu durum, dışa karşı görkemli (grandiyöz) bir görünüm, ilgisizlik ve ulaşılmazlık olarak yansır.

Kaynak: Freud, S. (1914). On Narcissism: An Introduction. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916), 67-102.

 

1. Narsisistik Ruhsallık: Utanç, Haset ve Boşluğun Maskelenmesi

McWilliams (Psikanalitik Tanı, s. 215-218), narsisistik bireyin fenomenolojik deneyiminin merkezinde büyüklenmeciliğin değil, derin bir içsel acının yattığını vurgular. Bu iç dünya şu temel duygularla karakterizedir:

  • Utanç (Shame): Narsisizmin temel duygulanımı kibir değil, utançtır. Narsisistik birey, “kusurlu” veya “yetersiz” olduğunun görülmesinden derin bir korku duyar. Eleştiriye karşı gösterdikleri aşırı duyarlılık, bu altta yatan utanç duygusunun tetiklenmesindendir.
  • Haset (Envy): Melanie Klein’ın teorilerine dayanan McWilliams (s. 208), narsisistik bireyin, başkalarının sahip olduğu (veya sahip göründüğü) iyi şeylere (mutluluk, tatmin, yetenek) karşı yoğun bir haset duyduğunu belirtir. Kendilerinde eksik olanı başkasında gördüklerinde, bunu takdir etmek yerine, o şeyi “kirletme” veya değersizleştirme eğilimindedirler.
  • Boşluk (Emptiness): Narsisistik bireyler, dışarıdan ne kadar görkemli görünürlerse görünsünler, içten içe kronik bir boşluk hissi yaşarlar. Bu boşluk, otantik (gerçek) bir kendilik duygusunun gelişememiş olmasından kaynaklanır. Sürekli heyecan, drama veya onay arayışı, bu içsel boşluğu doldurma girişimidir.
  • Sahtekârlık (Fraudulence): (s. 217) Başarıları ne olursa olsun, narsisistik bireyler genellikle içsel bir “sahtekârlık” duygusuyla mücadele ederler. Aldıkları övgüleri veya başarıları içselleştiremezler; çünkü bunların “gerçek” kendilerine değil, başkalarını etkilemek için tasarladıkları “sahte kendiliğe” (false self – Winnicott) ait olduğunu hissederler.

2. Narsisizmin Temel Savunma Mekanizmaları

Narsisistik yapı, bu acı verici içsel durumlarla başa çıkmak için bir dizi ilkel (primitive) savunma mekanizması kullanır (s. 209-212):

  • Tümgüçlülük (Omnipotence) ve Tümgüçlü Kontrol: Bu, en temel narsisistik savunmadır. Birey, bilinçdışı bir düzeyde, olaylar, insanlar ve kendi kaderi üzerinde mutlak bir kontrole sahip olduğuna inanır. Bu, acı verici çaresizlik ve utanç duygularına karşı bir panzehirdir. Başkalarını kontrol etme, manipüle etme veya mükemmeliyetçilik (başkalarının kusurlarına tahammülsüzlük), bu tümgüçlü fantezinin dışavurumlarıdır.
  • İlkel İdealizasyon (Yüceltme) ve Değersizleştirme (Devaluation): Narsisistik bireyin özsaygısı dışa bağımlı olduğundan, ilişkilerini “bölme” (splitting) mekanizması üzerinden yürütürler.
    • İdealizasyon: Kendi eksiklik duygularını telafi etmek için, başkalarını (bir sevgiliyi, bir lideri, bir terapisti) “mükemmel”, “hatasız” ve “tümgüçlü” olarak idealize ederler. Bilinçdışı mantık şudur: “Eğer bu kadar mükemmel biri beni seçerse/severse, ben de değerliyim demektir.” (s. 210).
    • Değersizleştirme: Ancak, idealize edilen kişi kaçınılmaz olarak bir kusur (insani bir hata) gösterdiğinde, bu durum narsisistik birey için derin bir hayal kırıklığı ve “narsisistik yaralanma” yaratır. Bu acıdan korunmak için, daha önce göklere çıkardığı kişiyi, aynı hızla ve acımasızca yerin dibine sokar; yani “değersizleştirir”. Bu, kişinin ya “tümüyle iyi” ya da “tümüyle kötü” olarak algılandığı ikili bir dünyadır.

3. Narsisizmin Psikanalizi: Etiyoloji ve Gelişimsel Kökenler

Psikanalitik kuram, bu yapının kökenlerini erken çocukluk dönemi nesne ilişkilerine dayandırır

  • Çocuğun “Narsisistik Uzantı” Olarak Kullanılması: Narsisizmin gelişimindeki en yaygın senaryo, çocuğun ebeveyn (veya ebeveynler) tarafından kendi başına bir birey olarak görülmemesi, aksine ebeveynin karşılanmamış narsisistik ihtiyaçları (başarı, güzellik, statü) için bir “uzantı” olarak kullanılmasıdır.
  • Aynalanma (Mirroring) Eksikliği : Çocuk, otantik duygularını (korku, üzüntü, öfke, coşku) ebeveyne yansıttığında, ebeveyn bu duyguları “aynalamaz” (onaylamaz, yatıştırmaz). Bunun yerine ebeveyn, çocuğun duygusundan rahatsız olur veya sadece kendi beklentilerine uygun duyguları (örneğin, başarı coşkusu) onaylar.  Çocuk, “olduğu gibi” sevilemez; sadece ebeveynin beklentilerini karşıladığında (“en iyi” olduğunda) sevgi ve onay görür.
  • “Sahte Kendilik” (False Self) Gelişimi (Winnicott): Bu ortamda çocuk, hayatta kalabilmek için kendi “gerçek kendiliğini” geliştiremez ve ebeveynin beklentilerine uyan bir “sahte kendilik” geliştirmek zorunda kalır. Yetişkinlikte bu sahte kendilik mükemmel gibi görünebilir, ancak “gerçek kendilik” az gelişmiş, utanç dolu ve gizli kalır.

McWilliams (s. 214), narsisizmin sadece “şımartılma” ile değil, aynı zamanda sürekli eleştiri, aşağılanma veya “özel” bir role (örneğin “ailenin günah keçisi”) atfedilme yoluyla da gelişebileceğini belirtir. Her iki senaryoda da çocuğun otantik benliği görülmez ve desteklenmez.

4. Mesleki Perspektif: Aktarım ve Karşı-Aktarım 

Ruh sağlığı profesyonelleri için narsisistik yapıdaki bireylerle çalışmak, özellikle karşı-aktarım  yönetimi açısından en zorlu klinik deneyimlerden biridir (s. 218-220).

  • Aktarım (Transference): Narsisistik hasta, terapi ilişkisinde de idealizasyon ve değersizleştirme örüntülerini tekrarlar:
    1. İdealize Eden Aktarım: Terapisti “en bilge”, “en mükemmel” olarak yüceltebilir. Bu, terapist için baştan çıkarıcı olsa da, sahte bir ilişkidir. Hasta, terapisti “gerçek” bir insan olarak değil, kendi özsaygısını besleyecek bir işlev olarak görür.
    2. Değersizleştiren Aktarım: Terapistin en ufak bir hatası (seansı geç başlatmak, bir yorumu beğenmemek) veya empatik bir başarısızlığı, hastanın terapisti “tamamen yetersiz”, “aptal” veya “sahtekâr” olarak damgalamasına yol açabilir.
  • Karşı-Aktarım :
    1. Görünmezlik, Silinme ve Sıkıntı: Terapist, hasta tarafından “görülmediğini” veya “duyulmadığını” hisseder. Hasta, terapistle diyalog kurmak yerine bir monolog yapar. Terapist kendini bir “nesne” (onay makinesi) gibi hissedebilir, bu da yoğun bir sıkıntı, uykululuk veya dikkat dağınıklığına yol açabilir. Terapistin “varlığının silindiği” hissi, patolojinin ciddiyetinin bir göstergesidir.
    2. Yetersizlik ve Sahtekârlık: İdealize edildiğinde, terapist kendini “şişirilmiş” ama “sahte” hissedebilir; çünkü bu hayranlığın gerçekle ilgisi olmadığını bilir. Değersizleştirildiğinde ise kendini yetersiz, beceriksiz ve öfkeli hissedebilir.
    3. Tümgüçlülük İndüklenmesi: Hasta, terapistin onu “kurtaracağı” beklentisi içindeyse, terapist de kendini “kurtarıcı” rolüne kaptırabilir, bu da terapötik sürece zarar verir.

Bu karşı-aktarım duygularını fark etmek, (öfke veya savunmacılıkla) eyleme dökmek yerine bunları anlamak ve yorumlamak, narsisizmin psikanalizi için esastır.

5. Ayırıcı Tanı ve Terapötik Müdahale Çıkarımları

McWilliams (s. 220-225), narsisistik yapının diğer patolojilerden nasıl ayrılacağına dair önemli noktalar sunar:

  • Narsisistik vs. Psikopatik (Antisosyal): Psikopat, başkalarını bilinçli olarak manipüle eder ve içsel bir ahlaki pusulası yoktur; narsisistik birey ise manipülasyon yapsa bile, temel motivasyonu ahlaksızlık değil, utançtan kaçınma ve özsaygıyı korumadır. Psikopat dış onaya ihtiyaç duymaz, narsisist ise buna bağımlıdır.
  • Narsisistik vs. Obsesif-Kompulsif  Kişilik: Her ikisi de mükemmeliyetçi olabilir. Ancak OKB’nin mükemmeliyetçiliği “ahlaki” (doğru olanı yapmak) temeline dayanırken, narsisistik bireyin mükemmeliyetçiliği “estetik” ve “görünürlük” (başkaları tarafından nasıl görüldüğü) ile ilgilidir.
  • Narsisistik vs. Depresif: Narsisistik bireyler depresyona girdiğinde, bu genellikle “boş” bir depresyondur (anlam kaybı, sahtekârlık hissi) veya büyüklenmeci fantezilerinin çöktüğü “narsisistik çöküş” ile ilgilidir; klasik depresiflerdeki gibi “suçluluk” (guilt) odaklı değildir.

Terapötik Yaklaşım:

Psikanalitik Terapide temel amaç, hastanın “sahte kendiliğini” desteklemek değil, “gerçek kendiliğinin” güvenle ortaya çıkabileceği bir alan yaratmaktır.  Terapist, hastanın “narsisistik yaralanmalarını” ve bunların altındaki utanç ve acıyı sabırla ve empatik olarak “aynalar”. Hastanın idealizasyonuna izin verir ancak gerçekçi olmayan beklentileri nazikçe frustre (engeller) eder. Hastanın büyüklenmeciliğini, hasetini ve değersizleştirme savunmalarını (özellikle terapiste yöneldiğinde) aktif olarak yorumlamayı içerir.  Terapistin temel görevi, hastanın içsel boşluğunu ve acısını kabul etmek, eleştirel olmamak ve hastanın kaçınılmaz değersizleştirmelerine rağmen “hayatta kalmaktır”.  Ve dahasıdır…

Sonuç

Psikanalitik açıdan narsisizm, popüler kültürdeki karikatürize imajından çok daha karmaşık, trajik ve katmanlı bir insanlık durumudur. Bu, bir ahlaki başarısızlık veya “kötü karakter” meselesi değil, erken dönem gelişimsel süreçlerdeki eksikliklerin, derin bir duraklamanın ve otantik bir kendilik duygusunun inşa edilememesinin sonucudur.

Bu derin ve katmanlı yapıları anlamak, hem bu içsel boşlukla mücadele eden bireyin kendini keşfetmesi hem de klinisyenlerin etkin müdahalesi için kritiktir.

Kaynak:

Nancy Mc. Williams, Psikanalitik Tanı

Freud, S. (1914). On Narcissism: An Introduction. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir